Дnzar Sur Vay Benim Hayallerim
Eyvallah olsundu, canları sağ olsundu dostlarımın, eski dostlarımın, arkadaşlarımın, akrabalarımın ki onlar ne olursa olsun benim ebedi her daim dostlarım, arkadaşlarım, akrabamdılar, ki onlar bir elin parmak sayısından azdılar, ki onlara değil bir, bin Şehriyâr feda olsundular...
Д°nzar Sur Vay Benim Hayallerim
Dün, önceki gün ve daha önceki gün üste üste Türkçemizde yer alan yabancı sözcüklere yer vermiştim. Türkçemizin aziz bir dil olduğunu söyleyip Türkçemizin başta Farsça ve Arapça olmak üzere Rumcadan, Fransızcadan, İngilizceden ve diğer dillerden oldukça etkilendiğini yazmıştım. Dünkü yazımda da bazıları bunu bir zafiyet olarak görse de benim bu durumu bir zenginlik olarak değerlendirdiğimi yazmıştım. Yanlış da anlaşılmamak için konuyu biraz daha açmak istiyorum. Çünkü konu hassas, hassas olduğu kadar da çetrefilli bir konudur.
Ve filmin benim için çok daha fazla bir anlamı var: Sanki Yüzbaşı Arseniev bendim, Dersu Uzala da Şehriyar... Nasıl anlatsam bilmem ki, bir başka nasıl örtüşürdü Desru Uzala'ya Şehriyâr? Yüzbaşı Arseniev için Mançurya Ormanlarındaki Dersu Uzala neyse, benim için de Kâbil'de, Celâlâbâd'da, Hindikuş Dağlarında oydu Şehriyâr..
Bütün bu acı manzaraların görünmemesi ve tarihin derinliklerine gömülmesi için şair durmadan lanet okumaya devam eder. O halde bu şehir pisliklerini göstermemek için bu ağır sisle örtünmelidir. İyice kapanmalıdır.
Bu şiirin tamamını yazımın sonunda veriyorum. Bu şiirin tamamını vermesem, bu kadarı, çölde susuz kalmış bir insana bir yudum su vermek gibi bir şey olurdu. Bu şiir, Turgut Uyar gibi benim ve çoğu subayların yaşadığı hayatı anlatır. Kendimi buluyorum bu şiirde... Benim de binlerce yıldız kayarken kanımda, ben neye sevdalıydım böyle? Ben de bilmiyordum işte...
Kızlarımızı uğurladık. Öğleden sonra biz de ayrılacaktık. Eşim ve ben yavru kedinin ağzına süt akıtmaya çalıştık. Süt zar zor kenidini ağzına gidiyordu. Yavru kedi benim ve eşimin parmaklarına sıkıca sarılıp bırakmak istemiyordu. Miyavlaması da bize sanki ''beni bırakmayın!'' diye yalvarır gibiydi. Biz de kararsız kaldık, kızlarım götürmedi ama biz mi götürelim diye. Çünkü beslenemiyordu, besleyemiyorduk, evde de besleyemezdik, annesi almadığı takdirde bu yavu kedi açlıktan ölürdü. Ancak anne kediyi görmüştük, yaşıyordu, mutlaka gelip bu yavrusunu alırdı. Sonunda biz de bu yavru kediyi burada bırakmaya karar verdik.
Bizim de ayrılma zamanımız geldi. Biz ayrılacaktık ancak küçük kayınbiraderim orada birkaç gün daha kalacaklardı. Onlara da kedinin beslenme ve bakımını izah ettik. Ayrılmadan yavru kediyi bir daha beslemeye çalıştık. Yavru kedi yine benim ve eşimin parmaklarımıza sıkıca sarılarak öyle bir miyavlıyordu ki sanki ''beni bırakmayın!'' diye yalvarıyordu.
Demem o ki siz siz olun sakın ola ki -benim gibi- inanmak istediğiniz en kolay bir senaryoya kanıp, kendinizi de bu senaryoya, bu masala kaptırıp da bir felakete yol açmayın!...Kendinizi de kahredip, başkalarını da mahvetmeyin!
Eğer herkes güzellikten söz ediyorsa çirkinlik de vardır derdi. Eğer herkes iyilikten söz ediyorsa kötülük de vardır. Varlık ve yokluk birlikte ortaya çıkar. Zor ve kolay birbirini tamamlar. Kısa ve uzun yan yana olunca bir anlam taşır. Sesler ve tonlar uyum yaratır. Ön ve arka birbirini izler. Onun için bilge zorlamadan, konuşmadan öğretir, canlı varlıkları benimser, yetiştirir, ama sahiplenmez. Onun için ona kimse dikkat etmez, fakat yaptıkları yaşar.
Dere tepe, dağ ova dolaşmasını seven tek gözlü bir adam varmış. Yürür yürür gidermiş, gider gider yürürmüş. Bir gün uzaklarda renkleri karmakarışık bir köy görmüş; alacalı bulacalı garip bir köy. Yaklaşmış köye doğru. Yolları bir tuhaf, evleri bir tuhaf, insanları bir tuhafmış köyün... Girince köyün içine anlamış meseleyi. Körler köyüymüş burası. Kadınların, erkeklerin, çocukların, velhasıl herkesin sımsıkı kapalıymış gözleri... Gezginci adam karar vermiş burada yaşamaya: hiç değilse benim bir gözüm var, diyormuş. Körler ülkesinde şaşılar kral olur, derler. Ben de bunların başına geçer yaşarım.
Sakallı Celâl ardında yazılı bir eser bırakmamıştır. Aslında bu düşünürümüzü benim anlatımımla tanımıyorsunuz. Önceden de tanırdınız kendisin! Kaynağını bilmeden sıklıkla kullandığımız sözlerin sahibidir kendisi. Bu sözlerden birkaçı şunlardır:
Şimdi bu şiiri beğenmişseniz, girişte ''Turnaların peşi sıra... '' diye verdiğim şiirin tamamını da vermesem olmazdı. Bu çölde susuz kalmış bir insana bir yudum su vermek gibi birşey olurdu. Bu şiir Turgut Uyar gibi benim ve çoğu subayların yaşadığı bir hayattır.
Kiros bunu duyunca adamlarına ''Krezüs'tan sorun bu çağırdığı kimdir?'' der. Kendisine iletilen soruya cevabı ''Bir adam ki dünyayı yöneten kişiler onunla konuşabilmiş olsalardı, bu benim için büyük hazinelerden daha değerli olurdu'' der ve Solon'la aralarında geçen konuşmayı anlatıp şimdi ona ne kadar hak verdiğini söyler. Persliler anlatılanları Kiros'a iletince, Kiros bu hikâyeden çok etkilenir, Krezüs'u zindandan çıkartır ve ona sorar:
''Kral, bunu yapan senin iyi talihin, benim kötü talihim ve kendini beğenmişliğimdir. Kimse barış dururken savaşı seçecek kadar deli değildir. Barışta oğulları babalarını gömerler, savaştaysa babalardır oğullarını mezara indiren.'' 041b061a72